Kim dikmiş ve büyütmüş akşamüstü insanı aşka susatan bu
ıhlamur ağaçlarını ve kim yığmış bu çocuk parkına leş gibi kokan çöp
poşetlerini? Oysa bunlar benim gibi umurunda mı ikircikli kokuların arasında
oynayan çocukların. Kahkahalar içinde oynayan, şu dünyalar güzeli küçüğe bakın
hele, ayakları çıplak ve çöp sularında yürümüşçesine kirli; gözleri taze ıhlamur filizlerinden de yeşil.
Kim bilir kaç kez altına işemiş ve kurutmuş olmalı ki külodunun önü güneşin
batmadan önceki sarhoş hali gibi sapsarı. Külodunun arkası, közde pişen
kahvelerin renginden bile kahverengi. Neyse
ki yerler kum ve kumun içindeki sigara izmaritleri yumuşak. Birkaç izmaritte
kurumuş ruj lekesi. Belli ki bu parka hülyalı kadınlar da gelmiş kor kırmızısı
dudaklarıyla gece ıhlamur kokularının arasında. Öpüştüler mi acaba, sevimsiz
şekilde tütün kokan sevimli ağızlaryla? Rahat oyna çocuk, yerler yine de yumuşak. Yok
mu senin anan baban? Neden yalnız oynuyorsun? Salıncağı tek başına mı sallıyorsun? Dikkat et
gök mavisi boyalı salıncağın paslı demiri çarpmasın yanağına. Dur bir dakika,
neden doğum sancısı çekercesine öksürmeye başladın? O küçücük gonca ağzından mı
çıktı o ördek başı yeşil balgam. Ya o balgamın üzerindeki pembe gül rengi kan? Yoksa
hasta mısın çocuk? Dur dur. Bir kadın yanına koşuyor. Yardımına koşan bu kadın da kim? Annen mi yoksa? Gözlerine
bakınca annen herhalde. Ayaklarına bakınca da. Seninkilerden bir farkı çorapsız
giydiği naylon terlikleri. Ayaklarının kiri mi terlikleri boyamış, yoksa
terliklerinin boyası mı ayaklarına geçmiş belli değil. Kadın, bembeyaz ve senin dünyaya “Merhaba”
dediğin gün kadar temiz bir mendil çıkarttı çiçekli elbisesinin cebinden.
Ama önce olanca gücüyle sarıldı sana yanı başındaki taze köpek dışkılarının
arasında. Annenmiş demek ki. Senin kanlı balgamın, anneninin elbisesinin yakasına
bulaştı ve elbisenin bahar çiçekli deseni arasında kayboldu gitti o anda. Annen, o gelecek beyazı
mendille kendi gözyaşlarını sildi, yarı yorgun, yarı uykulu yarı
terliydi.