17 Nisan 2015 Cuma

YEŞİLDİ ELMA VE RENGİ KADAR GÜZELDİ
Referans noktası olmadan yaşamak mümkün mü? Zaman, anılar,iyi,kötü. İlk insan düşüncesi neydi acaba. Bir sonuca varılmadığı ve peşi sıra gelecek milyarlarca insanın binlerce düşüncesine bağlantı noktası oluşturduğu muhakkak. Başka bir düşünce olsaydı, düşünmemeyi seçseydi ne olurdu. İçinde yaşadığımız dünya kararlar sonucu meydana gelmiş, her seferinde en az bir ihtimali elemişiz. İnsanlık olarak bakıldığında tarih, ya da bir insan için hayat. Her seferinde bir eleme ve bir yerlere doğru yolculuğa devam etmek. Algı da sakatlık, eksiklik var. Bizim gördüğümüz ağaç, hemen çizebildiğimiz elma ağacı, gövdesinden ve dallarından, belki bi de meyvelerinden müteşekkül. Kökleri de var oysa ki, yoksa rüzgar alıp götürürdü her seferinde. Üstelik komşu ağaçla toprak altından görünmez ve rüzgarla birlikte yukarıdan farkedilmez ilişkileri de var.Komşu ağaç bu ağaçtan, elması dallarından, dalları gövdesinden, gövdesi köklerinden, kökleri başka bir komşu ağacın meyvesinden ayrı değil.Bugün yaşadıklarımız, geçmişte yaşayanların seçimlerinden ve karalarından başka bir şey değil.Ölüp gitmeyi, bazen sabırla bazen öfkeyle ama öyle ama böyle “insanca” bekleyip dururken, benden sonraki, belki ondan ve ondan da sonraki, kafasında soru işaretleri, nereden gelip nereye “götürüldüğünü” anlamaya çalışan, yaşına geldiğinde başını gökyüzüne kaldıracak, belki de aydan uzak, güzel dünyamıza bakacak, çaresizliğini farkedecek, sorgulamaya başlayacak “ben” aklıma geldi. O “ben” insan olma ihtimaliyle yaşamaya devam etmeliydi. Ve şimdiki “büyük ben” onun hakkını yemek istemedi. “Günahtı” ikimize de!
17.04.2015

6 Nisan 2015 Pazartesi

Yağmurlu Bir Akşamda..

Sabah hava çok güzeldi, akşama doğru yağmur ve fırtına başladı. Durakta otobüs bekleyen bir kadın geçmekte olan arabanın içindekilere özendi. Yağmur nedeniyle trafik yoğundu. Sabahtan beri kimbilir kaçıncı seferini yapan otobüs şöförü, içerideki kalabalığın neminden buğulanmış camdan dışarı baktı. Şuradaki sundurmanın altında otursa, yağmur yağarken sıcacık bir simitin yanında, sıcacık bir çayın dumanı tütse ne iyi gelirdi. Yağmur hızlanıyordu. Yerdeki su birikintilerine basa basa koşturan bir öğrenci yoldan karşıya geçti. Bu havada da dersane mi olurdu? Okulu bir bitirse, şu ödevlerden bir kurtulsa ne rahatlardı. Çocuk, metro istasyonunun önünde simit satan adama su sıçratınca adam önce çok sinirlendi. Sonra koşturan öğrencilere baktı. Keşke ödevlerinden ve sınıftaki habersiz aşklarından başka sıkıntıları olmasaydı. Bir de harçlığı yetseydi. Üzerinde bir firmanın logolu montu olan biri büfeden karışık bir tost istedi. Büfe küçüktü ama içerisindekiler çok yoğun çalışıyordu. Çalıştığı fabrika kapandığından beri yoğun çalışmayı ne kadar özlemişti. Büfedeki çocuk tostu uzatırken yanlışlıkla para üstünü yere düşürdü. Özür diledi, bugün on saate yakındır ayaktaydı ve belki de yüzlerce kişiye tost yapmıştı. Şöyle çalışmadan birkaç ay rahat rahat gezmeyi hayal etti. Yağmurdan kaçan bir çift kuyumcular çarşısına sığındı. Kadın kuyumcunun vitrinindeki takılara içli içli göz gezdirdi. Kocasının yediği sıcak leblebinin kokusu tarihi çarşının havasına siniyordu. Köşebaşındaki kuyumcu leblebi yiyen adama imrendi. Ne güzel olurdu bunca parlak ışıktan ve bu pahalı esaretten birkaç saatliğine de olsa kurtulsaydı. Şöyle gamsız habersiz yağmurda leblebi yiyerek gezinseydi. Tarihi handan çıktığımda yağmur biraz olsun hız kesmişti. Evimin yolu çarşıdan geçiyordu.Son yıllarda hediyelik eşya satan dükkanlar ne kadar çoğalmıştı. Oysa hediye alabileceğim yakınlarımın hepsi başka şehirdeydi. Üstelik  bugün küçük kardeşimin doğum günüydü. Babamın kardeşime, ismini ezanla okuduğu an geldi aklıma. Ne güzeldi o günler. Çabuk büyüyen ayaklarımızı sıkan ayakkabılarımızdan başka derdimiz yoktu.