6 Kasım 2011 Pazar

regularlık,sıradanlık ve pop art

Sadelik ve minimalizmin yıkılışıydı. İnsanlar sadelikten kurtuldukça, tükettikçe, sıkıldıkça yeni tüketeceği ve sıkılacağı şeyler aramaya başlamıştı. Şeyler derken, tablolar, arabalar, halılar, saçlar, iç çamaşırları ; peki ya insana dair olanlar; kankalar, sevgililer, seks ve hatta aşklar. İnsan yarattığı birşeyin esiriydi artık. Sıradakine biz değil o karar vermeye başlamıştı. O herhangi  birşeyin bünyesinde değildi, ama kendine taban taban olanı bile kapsayabilirdi. O popülerdi. Ve onun insanları. Sorun onun için populer olanı kapsamak değildi. Zafer, onun için hiç kimsenin sallamadığı uçsuz bucaksız çöldeki bir bedevi çadırını 100.000 askeri ile işgal eden bir komutanın zaferiydi. Bak unutuyordum şimdi, ya onun karşısına çıkan asilere ne oldu. Ne farkederki, rock, anarşizm ve diğerleri hepsi çıktığı anda kemirilmeye başlamaıştı bile. Evet bu konuda anti-tez bir yemdi sadece. 

Regular ve sıradan. Hayır aynı değil. Regular, farklıyım diye bağırmaya çalışandı. Popüler olmaktan kaçması kendini popüler yapmak istemek kadar toplumsal içgüdüdür. Konuşur veya yazar. Amaç regular olduğunu vurgulamak. Güne kahveyle başladım. Çünkü güzel bir kahvaltıyla uğraşamıyacak kadar regularım. Dışarda esen soğuk pazar rüzgarı diye devam eder. Damlayan göz yaşları ... Üç kelimeden oluşan devam eden kısa cümleler. Soğuk tarz. "Sex, drugs and rock'n rolla" ile devam eder gider. Aslında aradaki tek fark nedir bilirmisiniz sıradan ile regular arasında olan. Sıradanın bunun gerçekten farkında bile olmamasıdır.

30 Eylül 2011 Cuma

Sakal...

Benim geldiğim yerde adamlar, uzamış sakallarına bakıp "üç günlük..." diyorlardı. Çünkü, büyuk el, saati kurduğundan beri, zaman durmaksızın ve olup bitene aldırmaksızın akıp gidiyordu. Zamanı insanların uzamış sakallarından ve yorgun yüzlerinden okumak insanların hoşuna gidiyordu.
Çocukken, sakalım yokken ve sakalım çıkana dek, zamanın sırf bana özel durduğunu zannediyordum. Sonra sakalım çıkmaya ve zaman benim için de akmaya başladı. Sakalım durmaksızın ve olup bitene aldırmaksızın uzuyordu. Uyurken, dùşünürken, çalışırken, okul bahçesinde, sevgiliye karşı mahcupken hep uzadı. Bilmem neden, biraz uzamış sakala "kirli" diyorlardı. Kavgadan kaçarken, hile yaparken, yalan söylerken de uzuyordu. Üstelik, durmaksızin ve olup bitene aldırmaksızın akıp giden zaman taşkınlarının, yüzümüze yığdığı kirliliği temizlemeye, her sabah traş olmak da yetmiyordu. Sevdiğimiz adamların sakalları onlar öldükten sonra da uzamak için inat ediyordu. Bu inat ve ısrara karşın zaman, kirleteceği yeni yüzler arıyordu.

24 Ağustos 2011 Çarşamba


-          “Oyun bitti mi ?” diye sordu.
-          “Bilmiyorum” dedim.

Gölgem arkamdan yavaş yavaş silinirken,
Tatmin olunmaz bir karanlığın içine doğru yol alıyordum.
Üstelik sonbahar da yaklaşıyordu.
Ve insanların tükenmişlikten  bunaldıkları aşikarken içeri bir sarhoş girdi.

-          “Oyun bitti mi ?” diye sordu.
-          “Bilmiyorum” dedim.

Sabahın erken saatleri leş gibi kokuyordu
Leş toplamaya gelenler, şişe diplerini yokluyordu.
Üstelik cümbüşü, şişenin kızıllığını dert edenler  çalıyordu   
Ve insanların yalnızlıktan bUnaldıkları aşikarken içeri bir sarhoş girdi.

-           “Oyun bitti mi ?” diye sordu.
-          “Bilmiyorum” dedim.

Sonbahar gibi dağılıyordu kalabalık
Birlikte leş gibi yAlnızlık çekiyorduk
Üstelik tek seferde ancak tek nefes alabiliyorduk
İnsanların suskunluktan bunaldıkları aşikar iken içeri bir sarhoş girdi.

-          “Oyun bitti mi ?” diye sordu.
-          “Bilmiyorum” dedim.


23 Ağustos 2011 Salı

POSTA İDARESİ 22R-184aJ No'lu GÖNDERİ DETAYI

Sayın Gönderici

22 AĞUSTOS 2011 tarihinde "AFRİKALI ÇOCUK" adlı alıcıya göndermiş olduğunuz  mektup, açlık, sefalet, yalnız bırakılmışlık ve unutulmuşluk gibi nedenlerden dolayı alıcı kişi ÖLDÜĞÜNDEN kendisine ulaştırılamamıştır. Bilgilerinize sunulur.


POSTA İDARESİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ

22 Ağustos 2011 Pazartesi

afrikalı çocuğa mektup 2


sevgili küçük somalili dostum..
mektubunu aldım. önce yüreğim sevinçle doldu. sonra yazdıkların ve tv'da gördüklerimle kendimden geçtim. neyseki televizyonda 'küçük kadınlar' vardı izledim de kendime geldim. ama konu bu değil..

sevgili küçük afrikalı çocuğum.. anladığım kadarıyla kuraklık afrikayı yakıp yıkmış.. devletimizin kocaman kocaman adamları,, sanatçıları, iş adamları gidip somaliye bizzat kendileri teşrif ettiler.. orda oyunlar oynadılar. kızdım tabi hem de çok kızdım.. sen git açlık çeken somali'de saçma sapan oyunlar oyna, oldumu şimdi.. oysa orda bir kasap havası çalsa halayı çeksek daha mantıklı olmazmıydı, her taraf şenşakrak olmazmıydı.. saçma sapan hereketler yapmayın lan.. hele sen aç çocuğa git oyuncak araba al.. utandım gerçekten. aç adama oyuncak araba mı alınır.. kaçıncı yüzyılda yaşıyoruz. bir mac book alsanız çocuklar mynet batağa girse bence daha mutlu olurlardı. hem matematikleri kuvvetlenirdi.. hatalıysam, küfür yaz 3334'e gönder.. tabi konturun varsa..


şimdi tabi bu halinizi görünce siz küçük afrikalı çocuklara ali ekber çiçek'ten halay cd'si ve internet bulurlarsa mynetten batak oynayacak bir macbook yardımı kampanyasına bütün tanıdıklarımı teşfik etmek için kapı kapı dolaştım..

önce mahmut amcaya gittim. mahmut amcayı bilirsin zengin ve züppenin tekidir. gittim. afrikadaki çocuklardan bahsettim senden bahsettim.. açlıktan mynet oyundan, macbooktan halaydan, ve ölümlerden bahsettim.. mahmut amca liberalist bir insandı..
-ulan dedi. -her zaman ulan ile başlar cümleye- ben bunca zamandır çalıştım, sabahın köründe kalktım, uyumadım, kazandım. ulan neden yardım edeyim o tembel insanlara, aptal mıyım.. ulan hem yardım etsem ne olur ki. ulan! bir insana balık vermeyeceksin balık tutmayı öğreteceksin. dedi.
+ama mahmut amca onlar daha küçük bir çocuk. ne çalışması.. balık tutmaktan ne anlarlar..onlar sadece aç dedim.. ve açlıktan ölüyorlar.. bu resmen emperyalist kafa dedim..
sanırım etkili oldu sözlerim.. passatı'na bindi.. torpido gözünden cüzdanını çıkardı.. oley para verecekti evet evet para verecekti.. sonra bir şey çıkardı.. sanırım prezervatifti..
- ulan! babaları bunu kullansaydı da doyuramıyacağı çocuklar doğurmasalardı! dedi pantolunun önününü ovalayıp gaza basıp gitti.. mahmut amcanın dediklerini düşündüm hak verdiğim anlar oldu.

sonra züleyha hanımın evine gittim.. züleyha hanım bana evi gezdirdi.. bu arada gerçekten jakuzisi çok güzelmiş. üç saat jakuzinin faydaları ve ne işe yaradığından konuştuk.. bri ara affedersin ama kontrolu kaybedeip jakuzi fantezisi bile yaptım. ama kendimi hemen toparladım. afrikalı çocuklar için burdaydım.. süleyha hanıma da işte durumumu özetledim. derin derin düşündü.. sonra
- bak welvelecim.. sen türkiye de kaç tane aç, suzsuz. sevgiye-ilgiye muhtaç köpek, kedi olduğunu biliyor musun diye sordu..
+bilmiyorum dedim..
-onlar da canlı değil mi onlar da acı çekmiyorlar mı diye sordu..
- evet haklısınız ama ordaki çocuklar..
sözümü tamamlamama izin vermedi.. bir üç saat de hayvan haklarından bahsetti.. o kadar hayvanlar hakkında konuştuk ki güzel ülkemin bütün kedi, köpek, ayı, çakal, öküz, dana ve daha ne kadar hayvanı varsa hepsiyle empati kurdum.. sonra insanlığımdan utandım.. keşke ben de bir hayvan olsaydım dedim.. derken hayvanlaştım. zuleyhayla hayvanlar gibi seviştik... ama züleyha hanıma hakvermedim değil.. hele sevişirken çok haklı görünüyordu..

bu başarısız denemeler beni yıldırmadı. berke abiye gittim.. berke abi midesine önem verir vermesine ama devrimci, bilinçli, aydın bir insandır.. zamanında bir çok eyleme katılıp ezilen halklar için kampanyalar yapmış.. dayak yemiş. hapishanelere girmiş mümtaz bir kişilikti.. ona da somali ve diğer afrika ülkeleindeki açlıklardan bahsettim..
- yaşasın halkların kardeşliği! diye gürledi..
+ abi yardım edceksin öyleyse. dedim.. berke abi derin bir nefes aldıktan sonra
- bak welvelecim.. bu açlığa kim sebeb oldu.. ben mi? hayır.. kim? tabiki de emperyalist güçler ve onların uşakları. biz yardım etsek ne olur.. doyarlar sonra gidip silah alıp birbirini öldürüler.. açlıktan ölmek mi iyi, katil olmak mı? katledilmek mi? ben bu açlığa sebeb olmadım olanlar gidip yardım etsin. dedi..
berke abiye de hak vermedim değil..

baktım olmayacak mahallenin dini bütün namazında niyazında ve mahellenin namusu, dirliği ve güzel ahlakından sorumlu şerafettin amcaya gittim. kendisi müslümanlığın türk milletine neler kazandırdığı, cenneti nasıl kazanacağımızı, cehennemden uzak durmak gerektiğini bütün mahalle toplantılarında bize aşılayan güzel bir insandır.. gittim sendne ve senin gibi olan tüm afrikalı çocuklardan bahsettim.. ilgi ile dinledi. sonra söze başladı..
- bak welvele evladım. aslında hepsindne haberim var ama bu yıl umreye gidiyorum. bütün parayı umreye verdim dedi..
+ama şerafettin amca sen 28 defa haca gitmemi miydin?
- elhamdulillah nasip oldu.. bak welvele evladım.. onlara parasal yardım etmesem de dularımız onlarla. geçen ikindi sonrası üç beş arkadaş somalili çocuklar için dua ettik.. allah büyük değil mi.. allah büyüktür tabiki. allah onlara yardım eder. allah varken bizim ne haddimize.. elelrimizi açtık dualarımızla onlara yardıme ettik. dedi.
+ selene mı lan bu dedim
-çarpılırsın ulan zındık.. git belanı allahtan bul fesubhanallah deyip kovdu beni..
şerafettin amcaya da hakverdim.. all'ah var allah varken biz mi kurtaracağız onları diye düşündüm.. hem selana da var.. selena selana selana' diye bağırdım.. oracıkta oruçları bozuldu..

ama gene de sevgili afrikalı dostum sırf senin hatrına yılmadım..
gidip vatansever milliyetçi arkadaşlarımla bu konuyu konuştuk.. ama üzüntü ile öğrendim ki somali ve tüm afrika, TURAN sınırları içerisinde değilmiş.. adamlar haklıydı. hiçbir zenci, türk olamazdı.. oysa ben tüm dünyanın türk olduğunu sanıyordum..

en son şahin bir kaç kürt arkadaşla konuştum. malesef ki onlar türklerin olduğu hiçbir etnikliğe katılamıyacaklarını bunun kürtlerin davasını baltalayacaklarını ifade ettiler
'ama onlar da ezilen bir millet' dedimse de 'en azından özgürler' dedi.. 'açlık da özgürlük olmaz' dedim.. 'ulan biz de bunca yıldır dağdayız karıya kıza açız' dedi. 'açsalar biz de açız' deyip kürtçe küfür edip kovdular..
küfrü yedim ama aslında onlara da hakvermedim değil..

işte böyle sevgili afrikalı küçük dostum.. herkesin yardım etmemek için yeterince haklı sebebi var.. yani ne yapabilirim.. sen açlıktan ölmüşsün.. annen yolda çocuklarından birini bırakmak zorunda kalmış.. o sen olmuşsun..ne yapabiliriz... herkesin kendince haklı sebebleri var yardım etmemek için..
ama 'vicdan' deme?
yirmibirinci yüzyılda vicdana yer yok..
'ama daha küçücük bir çocuğum' deme.
yirmibirinci yüzyıl'da zayıflara yer yok...
'lanet olsun !' deme..
deme...

mektubu sonlandıırken demem gerekir ki sevgili küçük afrikalı dostum.. yeterince yardım toplayamadık, ama olsun denedik en azından. bir gün açlıktan ağlamak istersen tüm insanlığı düşün ve ne büyük komedya yaşandığınına bütün gücünle kahkaha atarak gül..
öptüm güneşten kavrulan, acıdan büzülen ve malnutrisyondan kararan tertemiz alnından
çaww..

20 Ağustos 2011 Cumartesi

Afrikali cocuktan mektup

Afrikadan Mektup Var

Sevgili Turkiyeli arkadasim.

Mektubunu alinca hepimiz cok mutlu olduk. Ama ne yalan soyleyeyim pek gulemedik. Yoo, yoo sakin yanlis anlama... Gulmek istedik ama dudaklarimiz susuzluktan kuruyup catladigi icin gulemedik. 

Halimizi sormussun. cok sukur son birkac gundur rahat sayiliriz. Biliyorsun herkes yardim etmeye calisiyor. Ama yardimlar bize henuz tam olarak ulasmadi. Babami da olduren silahli adamlar yardimlarin ulasmasini engelliyorlar. Babam hayatta olsaydi onlara gereken dersi verirdi. Kardeslerim arasinda secim yapmak zorunda kalmadan bizi multeci kampina kadar gotururdu. Ahh bir de amcaninki gibi bir arabamiz olsaydi iki uc gunde degil de saatler icinde kampa ulasirdik. Babama gaza korkmadan sonuna kadar basmasini soylerdim. Varsin araba fazla benzin yaksin. Bizim buralarda heryerden petrol cikiyor. Babam yasarken anlatmisti. Petrolu cikarip islemesi zormus. Ama islendi mi cok para edermis. Yabancilar da bu zor iste bize yardimci olamaya calisiyorlarmis.  Bizim adimiza petrolu isleyip, karsiliginda bize yiyecek yardimi yapiyorlarmis. 

Oralarda ramazan ayi diye bir sey varmis. Gecen gun ulkenizden gelen insanlar oruc diye bir seyden bahsettiler. Anlattiklarina gore ulkenizde insanlar gunes dogmadan hemen once tika basa yemek yiyip, gunes batana kadar hic yemeden ve icmeden bekliyorlarmis. Gunes batarken de birbirinden zengin sofralara oturup yine tika basa yiyorlarmis. Boylece aclarin halini dusunup, bizleri anlamaya calisiyormusunuz.
Ancak Duyduk ki cogunuz acken degilde aksam yemek yerken bizi hatirliyormusunuz. Ama benim guzel dostum Hem bizi hem acligi anlamak istiyorsaniz, gece yemek yemeden yatin iftarda da sadece bir tabak corba icin. Ama ekmek olmasin. Boylece hem formunuzu korur, hem de "nefsimi aclikla terbiye ediyorum" diye riyaya dusmemis olusunuz.

Sevgilerimle
afrikali cocuk

afrikalı çocuğa mektup

mektubuma başlamadan önce oradaki herkesin; büyüklerin ellerinden, küçüklerin gözlerinden öperim.. nasılsınız? afiyette misiniz? bizi soracak olursan allahımıza çok şükür iyiyiz. mahmut amca yeni bir araba aldı. passat. seri hızlı ve karizmatik.. benzini su gibi yakıyor ama olsun gaza bastı mı asfalt ağlıyor be. ağlıyor diyince aklıma geldi. duydum ki ağlıyormuşsunuz?? aa be kuzum niye ağlıyorsunuz.. hayat değer mi gözyaşlarına.. al ordan bir jack daniels unutsun herşeyi..

züleyha teyze yeni bir eve taşındı.. biliyor musun jakuzisi de var.. ohh şöyle sıcak bir duş romatizmalarına iyi geliyormuş.. artık jakuzisiz eve ev denilmiyor. sen de en kısa zamanda bir tane jakuzi almalısın bence..

berke abiye gelince.. onu hiç sorma.. baya kilo aldı.. hep şu lanet olası adana kebab ve fast food yiyeceklerden.. alma diyorum biraz daha vejeteran beslen diyorum kime diyorum ben ohoo.. bak sen, sen ol, kırmızı etten uzak dur. içeçeksen kolanın dietini iç, yeşil sebzeleri de unutma. bol su da tüketmeyi de unutma..

bana gelince valla ne olsun gayet iyiyim.. biliyor musun şu lanet sigarayı bırakmaya çalışıyorum. spora başladım.. trisepslere önem veriyorum.. bak sen de spor yapmayı ihmal etme.. bol proteinli yiyecekler alırsan benim gibi fit bir bedene ve güçlü edelelere sahip olabilirsin. zaten resimlerine baktım da... aa be küçük dostum o nasıl bir beden öyle.. kara kuru, bir deri bir kemikten, bu ne saçma bir bedendir lan. az önem ver bedenine. her gün bir çiğ yumurta al. ama bak fazla bekletme yumurtayı. biliyorum sıcak afrika güneşin de hemen pişerlermiş. ekmekten de uzak dur. ekmek iyi gelmez. kilo aldırır..
duyamadım 'ekmek yok mu' diyosun.. 'ekmek yoksa pasta ye'
ne? ' çok klişesin' mi diyosun. ilahi afrikalı çocuk sen adamı güldürürsün..

ee sen en yapıyorsun.. fotograflarından anladığım kadarıyla teniniz baya yanmış yaşlı afrika güneşinde.. ne güzel hem de bedava.. bizim hanımın solariuma verdiği parayla yeni bir lamborghino bile alırdım lan ben.. valla küçük somalıli arkadaşım, düşündüm de biizm hanımı oraya göndersem daha ucuza gelir

annen nasıl iyiler mi.. bak eğer yolda giderken yeterince suyunuz ve ekmeğinizin olmaması nedeniyle çocuklardan birinini yolda bırakmak zorunda kalırsa sevgili sare teyze- ki olmaz böyle şeyler bu dünyada ama olursa- 'anne ben büyüyünce doktor olacam seni saraylarda yaşatacağım.. hastalandığında başucunda olacam' de bak kesin inanır lan.. 'inanmaz' deme inanır.. inanmayıp da ne yapacak lan.. buralarda bir laf vardır: umut fakirin ekmeği.. ye babam ye lan sen de .. ama fazla abartma.. ileri de şişko birini hangi kız ister ki..
ne 'bütün afrikalı kız çocukları şişman erkek ister' mi diyosun.. iahi çocuk.. çok komiksin.. very very funny..
neyse dediğim gibi bir gün annen seninle kardeşlerin arasında bir tercih yaparsa dediğimi yap.. zaten doktor olamazsan bile annen o günleri göremeden ölmüş bile olabilir.
ne? 'annemi bu seçim bile öldürür' mü diyosun.. sen de çok duygusal çıktın ha küçük afrikalı dostum.. az mantıklı ol.. güneş mi başına vurdu ne..
babana buradan ramhet diliyorum.. biliyorum baban bir kahramandı.. iç savaşta büyük kahramanlıklar gösterdi.. rahmetli..
neyse mektubumu burada sonlandırıyorum.. herkese benden chaww..

Emeğinin Karşılığını Almak

Amfide kapıya yakın bir sırada idim.Disaridan gelen dedikodu sesleri dikkatimi dagitiyordu. Hoca yok yere "Mutluluk ve Tatmini" cumle icinde kullanmamizi istiyordu.

Deftere söyle yazdım:

"Emeginin karşılığını almak insanı cogu zaman tatmin eder ama her zaman mutlu etmez. emeginin karşılığını alamamak neredeyse her zaman insanı mutsuz eder hiçbir zaman tatmin etmez. Belki de asıl mutluluk ve tatmin emeginin karşılığından fazlasını aldığın zaman gelir."






11 Ağustos 2011 Perşembe

facebook'da kendini beğenmek

herhalde hiçbir yerde olmayan bir şeydir ki bu durum.. facebook'ta kendi yorumuna beğen butonu mevcuttur. şimdi öyle yapınca kendini beğenmişlik olabilir mi? olamaz mı? olabilir..
eğer yazdığını beğenmiyorsan 'ulan öyleyse niye yazıyosun it' de demezler mi adama.. diyebilirler..
kafam çok karışık..

14 Temmuz 2011 Perşembe

Acil Yardim

Sevgili forum Rest Makamı,

Benim sorunum kullandığım beyinle ilgili. Beynimin arızalarının ardı arkası kesilmiyor. En son Düşünceler arası otomatik geçiş sistemi (IIATS) arızası verdi. Ve tamir masrafları  çok para tutacağı için elimden de bir şey gelmiyor.
Su an kullanmakta oldugum beyni 2005 yılında ikinci el olarak aldım. İnternette gördüğüm ilanı hala saklıyorum;

Doktordan satılık beyin.
Bir üst modele geçeceğimden satıyorum. Beyin ilk sahibinden satılık olup emsallerine göre full + fulldur. Sigara icilmemistir. Herhangi bir sarsıntısı ya da çiziği yoktur. Kapalı kutusundan hiç cikarilmamistir. Veri girişleri  için optik düzenekler ve ses sistemleri kullanilmistir. Üzerinde fabrika çıkışına ilave, iki yabancı dil ve tip diplamasi bulunmaktadır. Ek donanimlar ruhsata islidir. Fiyata bunlar da dahildir.
Az da olsa pazarlık payı vardır.
Emsal nitelikte sanatçı ya da sarhoş beyni ile takas kabul edilir.

Beynimi aslında severek almıştım. Aldığım doktor iyi birine benziyordu ve model yükseltmek için sattığını söylüyordu. Ancak o zaman dikkat etmediğim fakat sonradan çok kafa yordugum bir ayrıntı vardı. Adam hem bir üst modele gecmek için beynini sattığını söylüyordu hem de sanatçı ya da sarhoş beyni ile takas edebileceğini belirtiyordu. Bunun sebebini yıllar geçtikçe anladım. Aslında adam beyninden bir sekilde kurtulmak istiyordu.

Neyse, beyni yeni aldığımda çok mutlu olmuştum. Daha önce de beyinlerimiz olmuştu ama bu kendi aldığım ilk beyindi. Üstelik özellikleri de çoktu. Neticede bir doktor beyniydi. ilk zamanlarda beyinden, belli belirsiz uğultu seklinde sürekli bir surtunme sesi geliyordu ama ilk kullanıcısı olmadığım için bu sesi doğal bir ses olarak kabul ettim ve önemsemedim.
Ben iyi bir kullaniciyimdir. Beyne elimden geldigince temiz baktim. Sik sik yikatiyordum. Yillar sonra bir Servis calisandan beyin yakamanin ne kadar zararli oldugunu ogrenene kadar beynimi Duzenli bicimde yikattim. Önceki sahibinin de önerileri doğrultusunda Depresif havalarda kullanmamaya çalıştım. Telaşlı günlerde ise düşük devirde kullanıyordum. Baskalarının beynimi denemesine bile izin vermiyordum.

Ancak yeni beynimle mutluluğum pek uzun sürmedi. İlk önce " Sol Bilgisayarında " arıza belirdi. İlk arıza olduğu için çok üzgundum ancak arkadaslarım beni teselli etmeyi başardı. Neticede sol bilgisayarı hayati bir parça degildi ve üstelik ülkelemdeki beyinlerin neredeyse yarısında sol bilgisayarı yoktu. Gittikleri yönü ve gelecegi "sag duyuları" ile tahmin etmeye çalışıyorlardı. Ancak sorun benim gözümde günden güne büyümeye başlamıştı. Öyle ki, sol bilgisayarının hiç olmaması bozuk olmasından bence daha iyiydi. Zira, göstergeler normale göre sagda kalıyordu. Sag egimli yollardaki dönemeçlerden dönerken beynim zorlanmıyor ancak sol eğilimli yollarda biraz sarsıntı ve vuruntu yapıyordu. Arkadaslarım daha rahat olur diyerek sag eğilimli yolları tercih etmemi söyledilerse de neticede bu yollar bana ters kalıyordu ve yolumu uzatıyordu. Sonuçta "etkili servise" gitmeye karar verdim. Etkili servis ustası sorunu hemen anladı. Zaten bu sorun ülkemizde çok sık karşılaşılan bir durummus. Ülkemizde üretilen beyinlerin sol bilgisayar ayarları ve referans aralığı, ulkemiz sartlarinda daha uzun dayansın diye normalde olması gerekenden daha saga ayarlamıyormuş. Avrupa beyinlerdeki ayarlar bizimkilere göre oldukça solda imiş. Beyin yikatmak ise koruyucu tolerans tabakasinin asinmasina sebep oluyormus. Sarsinti ve vuruntularin sebebi buymus. Neyse usta ibreyi biraz sola çekti, tolerans tabakasini besledi ve sorunu halletti. Sonrasında ne sarsıntı ne vuruntu. Bir daha benzer sorun yasamadım. Allah ustadan razı olsun.

O kışın zor geçmesine rağmen  beynimle ilgili herhangi bir sorun yasamadım. Ancak bahar döneminde havalar ısınmaya başlayınca, ilk bastan beri duydugum sürtünme sesi artmaya başladı. Uğultunun arttığı dönemlerde rolanti seviyesi de yükseliyor, kullanmadığım zamanlarda bile beyin bir türlü istirahat fazına geçemiyordu. Biraz devirli kullanınca ve fazla gaz verilince ise hemen hararet yapıyor ve obsesyon lambası yanıyordu. Bir müddet başka işlerle ilgilenince lamba sönüyordu. Beynimde mekanik bir ariza oldugunu farkettim ve tabi ki soluğu yine Etkili Serviste aldım. Usta beynimi muayene etti ancak ilk basta pek birsey bulamadı. Sonra bir makineye bağladı. Uzun uğraşlar sonunda " müşir arızası var bu beyinde "dedi. " bu beyne sonradan tip diplomasi eklenmiş. Diploma ağır olduğu için zamanla bel vermiş ve "Diren Balatalarini " asindirmis. Beynin ise diren balatalari asindigi için özellikle devirli kullanımlara direnme gücünü düşmüş. Hareret arttıkça müşir (sensör) " karşılanmamış sorumluluk hissi" arızası veriyormuş ve obsesyon lambası yanıyormuş. Neyse usta " Diren Balatalarini" yeniledi, sorumluluk seviyesini ve basıncını yeniden ayarladı ve beyin sıvısına " antikriz" ve beyin rahatlatıcı bir alkol solusyonu olan " Birahatol" karıştırdı. Ama benden de epey para aldı. Neyse paralar ustaya helâli hoş olsun. Aynı sorunu bir daha yasamadım. En sıcak ve bozuk havalarda bile rolanti ibresi yerinden bile oynamıyordu. Sallana sallana yoluma devam ediyordum.

Yine bir müddet beynimle hiç sorun yasamadım.  beynime karsı zedelenmiş güven duygum da düzeliyor gibiydi. Sorunsuz gecen yazdan sonra kıs donemi için beynime bakım bile yaptırdım. Daha dayanikli ve uzun omurlu olsun diye beynime spor paketi eklettim. 

O kıs yazın rehavetinden çabuk siyrilmistim çünkü kıs çok ağır bir tempoyla gelmişti. Dolayısıyla beynime biraz fazla yüklenmek zorunda kalacaktım. Ama sorun yoktu çünkü spor paketine güveniyordum. Ancak sonuc hiç de beklediğim gibi olmadı. Beynimin kendinden kararan umutları devreye giriverdi. Yine ve yeni bir mekanik sorun mu vardı. Bir müddet idare ettim. Aslında görünürde pek sorun yoktu. Ancak turbo olur olmaz yerde devreye giriyor, beynim kendini olur olmaz yere yoruyordu. İsin tuhaf yani, bu gereksiz performans artısı, zaman zaman hoşuma da gidiyordu. Bu durumu hemen kendime gore kullandim. Baskalarının pek yanasmadigi sorunlarda bendeniz beynimi hiç şüphe duymadan kullanıyordum. Bu bende garip bir kahramanlik ve sarhosluk hissi uyandiriyordu. Ama bu yapay sarhoşluk hissi pek uzun sürmedi. Bir gün dik bir sorunu tam gaz tirmanirken, birden boguk bir patlama sesi duydum ve beynim çekişten düştü. Hayda, bu sefer ne olmuştu. Hemen kenara çektim. Tabi doğru Etkili Servise.
Serviste yine detaylı bir inceleme yaptılar. Usta yine yanıma geldi. " konvektor arızası" dedi. " konvektor epeydir tikaliymis, bu sebepten beyin eşdost gazini tahliye edemiyormus ve boğuluyormuş. Sonunda konvektor iflas etmiş ve patlamış. Beyin de kendini kilitlemiş. " ustaya teşekkür ettim ancak konvektorun ne olduğunu ne ise yaradığını bilmediğimi söyledim. Usta açıkladı :
" konvektor, biriken zararlı eşdost gazını zararsız hale dönüştürerek dışarı atılmasını saglar. Sağlıklı bir beyin için bu sistem gereklidir. Aksi halde beyinde biriken zararlı eşdost gazı, gereksiz kahramanlık hissi uyandırır ve turbo gereksiz yere devreye girer. Hem turbo hem beyin olması gerekenden çabuk yıpranır. "

Usta sıfır bir konvektorun çok pahalıya mal olacağını onun için konvektoru tamamen iptal etmek istediğini söyledi. Ben ustaya, zararlı eşdost gazlarının ne olacağını sorduğumda bana çok bir seyin değişmeyeceğini, sadece Eşdost Gazı Emisyon degerlerinin normalden  biraz yüksek  çıkacağını söyledi. Zaten öğrendiğime göre  beyinlerinde ek performans artısı için bazilari gelip sağlam konvektorleri bile sokturtuyormus. Neyse usta konvektoru iptal etti, ve yerine eşdost gürültüsü beni ve cevreyi rahatsız etmesin diye eşdost borusuna sağlam bir susturucu taktı ve sorunu cozdu. Ustaya döktüğüm paraları yine helal ettim.

Beynimim durmadan sorun çıkarması beni biktiriyordu ve beynimi satma düşüncesi ilk defa belirmeye başlamıştı. Ama bu düşüncemden kısa zamanda vazgeçtim. Çünkü iyi kötü beynime alışmıştım ve hatırı sayılır sorunları yine epey masraf yaparak halletmiştim.  Ancak karşılaştığım son sorun aklımı hayli karıştırdı. 

Son sorunum IIATS (türkce açılımı, düşünceler arası otomatik geçiş sistemi) arızası. Bu arızanın giderilmesi için beynin kapalı kutusundan cikarilip fabrikaya gönderilmesi gerekiyormuş. Ancak bu zor bir işlemmis ve isler yolunda gitmezse beyin perte bile çıkabilirmiş. Hiçbir şey olmasa bile arkadaslarım kapalı kutu bir kez açılınca beynin degerinin düşeceğini, beynimin elimde kalacağını söylüyorlar. İnternetten araştırdım ve biraz bilgi topladım. Bu Yavaş Salınımlı Sıkıntı kategorisine   Giren bir arizaymis. 
Şimdi forumunuzdaki arkadaslardan yardım bekliyorum.
Sizce, kapalı kutusunu actirip beynimi, tamire mı göndereyim (Çok pahalı ve riskli, ama başarılı olursa neredeyse sıfır ayarında bir beynim olacak), yoksa bu sorundan hiç bahsetmeden allayip pullayip, alıcıyı kandirip internette  satışa mı çıkarayım. (Neticede alıcısı mutlaka çıkacaktır çünkü donanımlı bir doktor beyni.)

Yardımlarınızı bekliyorum. Çok sıkıştım lütfen yardımcı olun.

Saygılarımla 

Akşamaltı Suçüstü

7 Temmuz 2011 Perşembe

Prasa

Yoksa en yakın arkadaşım İnternet Trollü mü? :D

Evet internet kendi tehlikesini yaratmaya devam ediyor. Forum ve bloglarda aslında onları görüyoruz da isminin konduğunu ben bilmiyordum. Akşam saatlerinde ntvmsnbc' de gezinirken gördüm ve ekledim Vikipedi ve birçok diğer internet sitesi tanımlamışlar bu karakteri; kaçınılması ve kulak asılmaması gereken tipler olduklarını söylemişler.
İnternet Trolleri, hep gördüğümüz sağa sola hırsla sataşmaktan asla vazgeçmeyen, yersiz eleştiren ve yöntemleri kötüye kullanan tiplermiş. Portre mükemmel olmuş. ( orjinali Getsatisfaction.com )

Mecasa

kafanıza göre iş yapmayın ne demek?

evveli gün açılan blogumuza hiç yazı yazılmayınca ben de oturdum, efkarlandım , bir şeyler yazayım dedim.kafanıza göre iş yapmayın ne demek?
kafanıza göre iş yapmayın aslında varoluşun temel sloganıdır. varoluşun temel sloganı "çelişkidir". ezen ile ezilenin, sermaye ile emeğin, hoca ile asistanın, tavuk ile horozun, hürrem ile mahid-evran'ın çelişkisidir bu. tabi ki bu çelişkiyi spartakist-marksist gelenekle ele almak gerekir. "
kafanıza göre iş yapmayın aslında buyurana değil, bilakis buyurulana dikkat çekmek ister. asla bir emir değildir, bir korkutma, sindirme değildir. "gün olur devran döner horoz domalır tavuk gömer" misalinden yola çıkarak ezilenden yana emeğin dostu asistanın yoldaşıdır. sadece tavuk sadece horoz değil bazen ikisi arasında birşey olunabileceğine de inanır. O sultan süleyman ormanda hürrem ile sevişirken; balkondan ağlayan mahide evranın omzundadir başı.
işte bu minvalde örnekler çoğaltılabilir;ANCAK YETMEZ AMA EVET diyenlere de
KAFANIZA GÖRE İŞ YAPMAYIN denir.

Prasa

Başlangıç

Başlamak en zorudur.

Prasa

Spielberg' i ağlatan Türk Science-Fiction : Contorium

Türkiye' nin kullanılmamış veya kullanıldırılmayan yeraltı zenginlikleri zaman zaman gündeme gelmekte, ama bir arkadaşımın sosyal medyada paylaştığı video kadar hiçbiri ilginç gelmedi. İddialar Contorium olarak adlandırılan ve batılı devletler tarafından bilinmesini engellemek amaçıyla periyodik cetvele alınmayan , Con olarak kısaltılan bir element üzerinden işleniyor. Elementin sadece İstanbul boğazının derinlerinde bulunması, iyi radyasyon olarak bilinmesi, nükleer santrale gerek kalmadan büyük miktarlarda enerji kaynağı salabilmesi ve toplam değerinin hatırladığım kadarıyla 250 trilyon dolar olduğundan bahsediliyor. Bir Rus olan Mendeleyev tarafından bulunan element farkedilmemesi için periyodik cetvelde 90 olan kütle numarası yerine Torium' un getirilmesi. ABD' nin de Türkler farketmesin diye tam bir küresel oyun oynadığından bahsediliyor. Microsoft yazılımlarında con kısaltmalı klasörler açılamadığının ve milli eğitim bakanlığı müfredatına Amerikalılar tarafından sokulan aynı atom numarasına sahip iki element olamayacağını kanıt olarak gösteriyor.
İddialar bununla da bitmemekte Marmaray ve 3. boğaz köprüleri ihalelerinin yabancılara verilmesi ve uluslararası anlaşmalar gereği olarak köprü gibi kazı çalışmalarında elde edilen toprağın firmalara ait olacağı, yabancı ülkelerinde böylelikle kolayca bu elemente ulaşılabileceği öne sürülmekte. Boğazda yabancılar tarafından alınana yalılar ve bunlara türklerin girememesi yapılan gizli kazılardan bahsediliyor.

Sanki bunlar tanıdık diyerek bir arama yaptığımda aslında Boğaziçi öğrencisi tarafından kurgulanan bir şaka olduğunu öğrendim ve çok güldüm ( tabi buda bir küresel oyun değilse güzel ülkem üzerinde oynanan :D )
Ne düşünüyorum biliyormusunuz? Spielberg bunlar üzerine ağlamış ve " Türkler, onları oyalamak için yıllarca yaptığımız bilim-kurgu senaryoları arasından gerçeği cımbızla çekebildi" demiş.

Prasa

İyi bir hacker’san, ismini herkes bilir. Ama büyük bir hacker’san kimse kim olduğunu bilmez

Sony' nin en güvenli olarak belirttiği PS oyun konsolunun çoklu ortam modülü olan playstation network, yaklaşık iki haftadır sonradan Sony tarafından da kabul edilen oyuncu bilgilerinin ve kredi kart bilgilerine ulaşılabilecek kadar önemli bir hacker saldırısı sonucu kapalı tutulmakta. Sony sistemi yeniden kurarak yeniden kullanıma sokacağını belirtse de, ilk etapta Anonymous isimli hacker grubunu aşırı trafik oluşturarak serverları aşırı yükleme yoluyla devre dışı bıraktığı nedeniyle suçlamakta. Ancak grup kullanıcıların bilgilerinin çalınmasıyla ilgilerinin olmadıklarını belirtmekte. Olayın sorumluları bulunamaması ise akla hackerlar için kullanılan şu sözü akla getirmekte " İyi bir hacker’san, ismini herkes bilir. Ama büyük bir hacker’san kimse kim olduğunu bilmez".

Kişilerin banka hesaplarına kadar girerek para elde etmeye yönelik girişimler yeni olmamakla birlikte, akla belki de ilk olarak Rus hacker Vladimir Levin' i getirmekte . 1995 yılında Rusya'da evinden Amerika' daki Citibank hesaplarına girerek 10 milyon doların kaybolmasına sebep oldu. Lüks yaşamı Londra'da İnterpol tarafından yakalanmasıyla son buldu.

Welvele

Anakin Skywalker, neo ve isa üzerine bir laklak

Anakin skywalker’in babasının belli olmaması -hatta yanlış hatırlamıyorsam- annesinin nasıl gebe kaldığı bile mechul olması İsa'ya bir atıf mıdır bilemem.
Ama daha görülür görülmez Qui-Gon Jinn tarafından seçilmiş kişi olarak adlandırılması ve diğer büyük jedi'lerce de bunun böyle kabul edilmesi ilginç değil midir.. ona gücün dengeliyicisi denmiştir. zaten Anakin hangi tarafa geçse o taraf kazanıyordu.. En son episode 6 da oğlunun ölümünü engellemek için imparatoru öldürüp içindeki gücü uyandırdı..ve iyilik kazandı.

Episode 3’te kötü tarafa geçtikten sonra obi wan kenobi tarafından bacakları ve kesilmemiş diğer eli de kesilip bütün vucudu yandı. Adeta öldü. Ama sonra imparator tarafından yeniden diriltildi.. isa gibi 1. diriliş.. asıl önemlisi de en sahnede gücün tarafına geçip ne ölüm ile hayat arasında bir yerde kendini gösteriyordu Yoda ve Kenobi ile aynı karede. 2.diriliş. isa da kıyameti beklemek üzere göğe yükseliyordu..

Matrix'te Neo da isaya bir atıftı sanki. o da seçilmiş kişi idi. morfeus, Neo'yu görür görmez insanlığı kurtaracak kişi anladı. Onunda annesi-babası hakkında hiç bilgi yok.. ilk filmde ölümden sonra hani kurşunlar göğsünü parçalayıp son kalp atışından sonra hayata yeniden dönüyordu.. 1. diriliş..O da isa gibi uçmaya başladı.. O da revelations da sonunda güç gibi bir şeyle kayboluyordu.. öldü ama ne öldüğünü ne yaşadığını anladık.. sanki 2. diriliş.



isanın öldürülmesi ve sonra tekrar dünyaya inmesi ve sonra kaybolup göğe çıkmasına benzer şeyler falan filan

asıl demek istediğim şeye gelince hristiyanlıkta hatta islamiyette isanın yeniden 3. defa ineceği o kıyamet gününe inancı düşünürsek matrix'in 4. üncüsünün çekilmesi ve star wars'ın 7 8 hatta 9. episode'larının çekilmesini beklemek benim en tabi hakkım..
filmleri çekenler isa'ya atıfta bulunduğunu varsayıyorum..

Hayattaki en çıplak gerçeklik


Hayat erkekler tuvaletinde anlam bulur. Çünkü orası sıfır noktasıdır ve çünkü gerçek sen ancak oradasındır. Ve çünkü sen oradayken,geçerli tek soru senin ya da başkalarının ne kadar büyük olduğu ile değil, seninkinin ne kadar büyük olduğudur. Yanyana işediğin adamın patronu olabilirsin, ya da yanındakinden daha yakışıklı olabilirsin. Senin son model lüks aracınla geldiğin yere o belediye otobüsü ile gelmiş de olabilir. Ancak sıfır noktasında aklında hep o aynı soru belirir;" Benimki mi büyük yoksa onunki mi ?"

Ve eğer seninki gerçekten küçükse ya da ortalamanın üzerinde olmadığını biliyorsan, işte o zaman sahip olduğun bütün o değerli, lüks ve büyük şeylerin, makamın servetin değeri bir anda uçup gider. istersen yanında padişah fermanı taşı...

İşte kendini, en özgüvenden uzak, en korkak, en savunmasız ve en aşağılık, en iyi ihtimalle sıradan biri gibi hissettiğin o yer sıfır noktasıdır.
Orası er meydanıdır, orada söz olmaz. Bütün erler bunu böyle bilir.

Erkekler binlerce yıldır her sabah hep aynı gerçeklikle yüzleştiler. Mağara adamları, yerliler, firavunlar, şövalyeler, rahipler ve diğerleri... Ve tabiki sen...

Komplekslerin çıkış noktası,sonsuz bir merak, erkekliğin itici gücü, küçüklük hissini maskelemek için geliştirilen savunma mekanizmaları, özgüven eksikliğinin getirdiği saldırganlık ve bastırma içgüdüsü, şiddet, şüphenin kurbanı talihsiz kadınlar,belirsizliğin verdiği kronik huzursuzluk ve yalnızlaşma, bir şekilde kendini gösterme çabaları...